Hypatia'nın Araştırmacı Ruhu

Araştırmacı bir insanın yazıları

10 Aralık 2011 Cumartesi

Yaşam ve Ölüm Arasında


İnsanlar ölüm hakkında pek konuşmak istemezler.Bu ölümün varlığını bilip kabul ettiklerinde mi ya da onu anmazlarsa daha geç geleceğini düşündüklerinden midir? bilinmez.Hayat zıtlıklarla doludur.Herakleitos ne güzel söylemiş "Her şey zıtlardan meydana gelir.Böylelikle aynı şey iyi ve kötüdür;canlı ve ölüdür;uyanır ve uyur;hem genç hem ihtiyardır.".
Bu zıtlıklarla kabul etmek gerekir nasıl şu an yaşıyorsak bir günde öleceğimizi bilerek yaşamak, sanırım hayatın tadına varmamızı kolaylaştırır.


Ölüm nasıl bir şey bunu birçoğumuz bilmiyoruz.Kutsal kitaplarda bu konuyla ilgili birçok şey yazmakta fakat onları da ne kadar doğru yorumlayabildiğimiz ise bir muamma.Gerçekler hakkında konuşmayı sevdiğim gibi sürrealist düşünmeyi de seviyorum.Diyelim ki öldük.Bize bu dünyada nasıl bir ömür geçirdiğimizi görmemiz için belli bir süre ölüm ile yaşam arasında kalmamıza izin verildi.Bir ruh olarak ailemiz ve sevdiğimiz insanların yanında dolaşabiliyoruz.Ve bir yeteneğimiz de var.İnsanların bizim arkamızdan gerçek gözyaşımı yoksa timsah gözyaşlarımı döktüğünü görebiliyoruz.Tabi ki bizi koşulsuz seven anne, babamız ve kardeşlerimiz gerçekten bizim için üzüleceklerdir.Bu yüzden onların göz yaşları saf sevgiyi yansıtacaktır.Fakat diğer insanların bizi gerçekten sevip sevmediklerini gördüğümüzde sanırım büyük bir hüsrana uğrayacağımız söylenebilir.Bir dostumuzun bizim için gerçekten ağlamadığını görmek acı verecektir.Peki  ağlamasının nedeni nedir? Ağlamak birçok kişi için kolay bir şeydir.Ve birçok kişi bir arkadaşının arkasından ağlarken aslında kendini düşünmektedir."Aynısı benim başıma da gelebilirdi.Ne acıklı bir durum." yani ağlarken kendilerine ağlamaktadırlar.Tabi bu durum her dostumuz için geçerli değildir.Bizi yürekten sevmiş insanlarda vardır.Fakat sanırım bu kişilerin sayısının bir elin parmağı kadar olması mucizevi bir durum olacaktır.Birde bu iki dünya arasına sıkışmışken bu durumu farketmemiz nasıl bir ömür geçirdiğimizi sorgulamamız acı çekmemize neden olacaktır.Bizi gerçekten sevmiş bir insanı öldüğümüz zaman keşfedebiliriz.Yaşarken ona gereken ilgiyi gösterememişizdir.Ayrıca ailemizi biz öldükten sonra perişan bir halde görmek bize dayanılmaz bir acı verecektir.Bu noktadan sonra pişmanlıklarımız başlayacaktır."Keşke sevdiğim insanlara onları çok sevdiğimi söyleseydim,güzel bir ömür geçirdiğimi,onların beni mutlu ettiğini her daim dile getirebilseydim." diye hayıflanabiliriz.


Tabi bu yazdıklarımın hepsi kurmacadan ibaret, kimbilir belkide böyle bir olanak vardır.Fakat sonuçta şu an yaşıyoruz ve bu söylediklerimi yaşamamak ,hayatımıza dönüp baktığımızda mutlu bir hayat sürdüğümüzü söyleyebilmek için bizi gerçekten seven kişileri bulmaya çalışmak şu an elimizde.Sevdiğimiz kişilere de onları sevdiğimizi söylemekten çekinmeyelim,bu durumdan utanmayalım.Sevmek en saf duygulardan biri utanılacak bir şey değil.Mutlu bir hayat sürmeniz dileği ile sevgiyle kalın...

13 yorum:

ölüm hakkında ben de hiç konuşmak istemem.. mahvoluyorum sonra hypatia! :(
 
Mia Wallace;
Kıyamam canım, konuşmayı sevmiyorsan konuşma...üzme tatlı canını :)
 
Sevginin unutanılmayacak bir duygu olduğunu keşke herkes bilse ve keşke her insanın yüreğine sevgi deyse. Eminim yer yüzü daha başka olurdu...
 
K.C.S.;
Ne güzel yazmışsın...dediğin gibi keşke her insanın yüreğine sevgi deyse..kesinlikle dünyamız bambaşka olurdu...
 
iki korkumuz var değil mi. ölüm ve yalnızlık. evet kendi ölümümüzü düşündüğümüz için ölümden konuşmayı sevmiyoruz herhalde. biri ölünce de aslında kendi ölecek olmamıza üzülüyoruzdur kimbilir. şu iki hayat arasında sıkışma konusu bilmiyorum var mı sahiden. belki bizim yarattığımız bir mit olabilir. ama gidip gelenler var. buna, çizgi ötesini görmek diyorlar. belki onlar biliyordur, kaza veya hastalıkta yaşıyorlarmış.

bence de bu hayata bakmalıyız ki. evet sevdiklerimize sevgimizi göstermek ve sevmek birinci şart sanırımsam. bi de öleceğimizi kabullenelim ki hayata değer verebilelim diy mi.

konularını çok seviyorum bilesin.
:)
 
Deeptone;
Gidip gelenleri bende duydum, genellikle yoğun bakımda olanlarda oluyormuş sanırım..fakat yaşadıklarını düşündükleri şey, rüyada olabilir...Ölümü kabullenmek yani hayatı acısı ve tatlısı ile beraber sevmek lazım...doğru söylüyorsun...Düzenli okurlarımın olması beni mutlu ediyor...teşekkür ederim ...senin yazıların kadar iyi olmasa da bir şeyler karalıyorum kendimce :)
 
hadi be saçmalama.
:)
konuların bir kere çok sana özgü ve düşündürücü. ve ifade tarzın da çok sana özgü. alçakgönüllü olman da üstüne krema gibi işte.
:)
 
Deeptone;
Güzel düşüncelerin için teşekkür ederim fakat daha pişmem gerek..çok basit buluyorum yazdıklarımı.Bende birazcıkta fazla mükemmeliyetçilik var o yüzden kolay beğenemiyorum...benden daha uzun zamandır yazdığın için bana göre senin yazıların bana daha iyi geliyor :)
 
:) yaklaşık bir yıl oldu işte. benim tarzım şöyle bence, çok ağır ve ciddi konuları hafif bir dille anlatmayı seviyorum. ama senin tarzın ise benimkinden iyi bence. ciddiyim üstelik bu sözümde. :)
 
Deeptone;
Teşekkür ederim:)Bende senin iyi yazdığın konusunda oldukça ciddiyim...Anlaşılmak istendiğin için hafif bir dille yazıyorsun..hayatta bizim göremediğimiz uç noktaları görmemize yardımcı oluyorsun...farklı üsluplarda hayata dair bakış açımızı yansıtıyoruz...söz uçar yazı kalır...kendimizce bu hayatta yaşadığımıza dair kalıntılar bırakmaya çalışıyoruz öyle değil mi?
 
ivit.
:)
 
Nedense genelde yaş ilerleyip toprağa yaklaştığında fark ediyor insanlar ölümün gerçek boyutunu ve sevgi dolu yaklaşımların, söylem ve eylemlerin olduğu bir dünyada daha bir yaşanabilir olmanın gerçekliğini. Ve ne yazık ki çok azımız erken varıyoruz farkına; yarınların en az ölüm kadar sır dolu olduğunun. Tıpkı blog’umun adı gibi  hayatın içine atılmış o kadar çok martaval var ki; senin de başta ifade ettiğin gibi aslında zıtlıklar görmemizi, anlamamızı, hissetmemizi sağlayacak olan. Siyaha beyazın, karanlığa aydınlığın anlam verdiğini, sahici sandığımız binlerce, on binlerce martavalın dışında ölümün, sevgi dolu bir yaşamla anlam kazanacağını.

Ünlü Romalı şair Horatius şöyle der; “Carpe diem, quam minimum credula postero” (Anı yaşa, günü yakala, yarına olabildiğince az güven.) Ölüm kesin bir gerçek ama hayat değil. Hayatı gerçek kılmak, gerçek korkuları bir kenara bırakıp; ölümü yaşamımızda filizlendirmeye başladığımız değerlerle anlamlı hale getirmektir ve hele bir de geride bizi anlatan, bizi hatırlatan bir şeyler bırakabiliyorsak zaten ölüm yok o an.
 
Peneus;
Bir çok şeyi geç fark ediyoruz...Bahanaler bulup yaşamak istediğimiz hayatı yaşayamıyoruz..Mesela bir yere geziye mi gidilecek, ya da bir yere eğlenmeye, veyahut bir yere yemeğe, yarınına güvenen insan bu tarz etkinlikleri parası,vakti olmadığı gibi bahaneler ile erteleyebilir.Fakat yarın hayatta olabileceğimizin garantisini kim verebilir.Dediğiniz gibi yaşamın değerini aslında zıtlıklarla anlıyoruz.Ölüm olmasa kaç kişi yaşamın değerini anlayabilirdi? zıtlıklar hayatımıza anlam vermek için vardır.Horatius ne güzel söylemiş...anı yaşa ve günü yakala herhalde sahip olabileceğimiz en büyük zenginlik bu :) Geride bizi anlatan güzel anılar bırakmak çocuklarımıza verebilceğimiz en güzel miras...değerli düşüncelerinizi önem verip paylaştığınız için teşekkür ederim..sevgiyle kalın :)
 

Yorum Gönder