Hypatia'nın Araştırmacı Ruhu

Araştırmacı bir insanın yazıları

28 Kasım 2011 Pazartesi

Nostalji Birazda Yeşilçam

Bugün eve geldikten sonra içimde dizginlenemez bir eski Türk filmi izleme isteği duydum.Yeşilçam filmlerini bir çok kişi saçma, bol film hataları bulunan sanat yoksunu eserler olarak görse de ben çok seviyorum.Tamam bazen fazla dramatik sahneleri, tahmin edilebilen sonları çokça oluyor ama sevginin genelde bir nedeni olmaz ya işte bende o yüzden seviyorum...nedensiz :) Bugün de çok sevdiğim filmlerden birini izledim."Bir Dağ Masalı" 1967 yapımı bir film.

Film Reşat Nuri Güntekin'in "Bir Köy Öğretmeni" isimli eserinden uyarlanmış.Kitabın şimdilerde baskısını bulmak çok zor.Sahaflara baktım fakat eskisi baskısına da ulaşamadım.Eserin konusu; Lale İstanbul da zengin bir iş adamının yeğenidir.Aynı zamanda tıp 4. sınıf öğrencisidir ve nişanlıdır.Fakat dayısının iflası ile birlikte intihar etmesi ve nişanlısının onu aldatması neticesinde Anadolu da bir köye öğretmen olarak atanır ve tüm şehir yaşamından kaçmakta bulur çareyi.Genel itibari ile olay örgüsünün bu kadarlık kısmı biraz da olsa "Çalıkuşu" isimli eseri andırmaktadır.Zira Feride de Kamuran tarafından aldatılınca kendini Anadolu da öğretmenliğe adamıştır.Ne de olsa ikisi de Reşat Nuri'nin eseri.Neyse konudan saptım sanırım.Köye atandıktan sonra okulu tamirini,badanasını,araç gereçlerini temin eden öğretmen aynı zamanda köylünün dilinden de düşmez, en nihayetinde Ankara'dan bir müfettiş teftişe gelir.Bir de köy civarında çiftliği olan bir doktor vardır.Tahmin edilebileceği gibi filmde doktor ile öğretmen arasında geçen duygusal ilişkinin de  önemi oldukça büyüktür.

Başrolde ki öğretmen Lale'yi Türkan Şoray , doktoru Murat Soydan,  müfettişi Mualla Sürer ve Şükrü efendiyi Ali Şen canlandırmaktadır. Zaten Türkan Şoray ve Murat Soydan'a söyleyecek söz yok ,çoğumuz biliyoruz.Fakat Mualla Sürer ve Ali Şen'in performanslarını çok beğendim.Özellikle Ali Şen'in şu konuşmasında 


"Şükrü Efendi: Marifet benim kötü olduğumu değil , cahil , gafil adam olduğumu anlatmaktı.
Müfettiş: Sen kimsin Şükrü Efendi?
Şükrü Efendi: Adım Şükrü olmuş, Ali olmuş, Veli olmuş ne çıkar.Halk diye bir şey vardır ya ben O'yum işte.Sizin yılanlar dediğiniz insanlar hava gibi her yerdedir.Çoğu ben gibi cahildirler.Birer birer aramak neye yarar ,onları.Onları da sizler gibi okumuş insanların sözlerinin doğruluğu ile bilgileriyle uyarıp yola getirmeli.Yoksa cezalandırmak suretiyle ancak birkaçını...."

Ayrıca filmde çocuklara öğretilen şarkılarda çok güzel.Özellikle "Hapşu" şarkısını çok seviyorum ve her kış öğrencilerime öğretirim :) Aşağıdaki şarkyı da bilmeyenimiz yoktur.

Orda bir köy var uzakta
O köy bizim köyümüzdür
Gitmesekte görmesekte
O köy bizim köyümüzdür...

Köyde dört ay çalıştım.Bambaşka bir duygu ve bir serüven öğretmen için.İlk atandığım yerde velilerimin evlerine ev ziyaretlerine gitmiştim.Köydü neticede her gittiğim evde benim gelişim için kaz kesmişlerdi.Kaz etiyle yemekleri vardı onu hazırlamışlardı.Sonradan oralı bir öğretmen arkadaşımdan öğrendim misafir gelen kişiye çok saygı duyduklarını göstermek için kaz keserlermiş.

Yazıma son verirken son bir bilgi daha "Halkımızda hiç bir değişme yok".Bende, öğretmenlik yaptığım mahallede oturan bir öğretmenim her hareketim izlenmekte :) Ev sahibime geçenlerde "Hoca hanımın evinin ışığı gece ikiye kadar yanıyordu nedendir acaba?" demişler.Ev sahibimde beni çok sever  hemen "Kitabı okumayı çok sever kitap okuyordur...hem size ne bundan" demiş...

27 Kasım 2011 Pazar

Kitaplardan İnciler (Cehenneme Övgü)




"Asıl açıklanması gereken , neden aç insanın çaldığı ya da sömürülen adamın grev yaptığı değil, neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediğidir." Wilhem Reich

"Uyuyamayan, uykusuzluk hastalığı çeken kişiler, karanlığın getirdiği sınırsız özgürlük ve gerçeklikle baş edemeyen kişilerdir aynı zamanda.Bu insanlar, gün boyunca, her şeyi izlemekle oyalanırlar.Oysa gece artık izlenecek bir şey yoktur.Sadece, yaşamın o belirgin sesi duyulur içten içe.Gündüzden soyutlanıp, kurtulmuş olan anlamsızlık , artık saklı değildir.Hayatta olma bilinci kendini daha güçlü bir şekilde hissettirir geceleri, ölümün varlığı da öyle."Yaşamın anlamı" gece duyumsanır ve sorgulanır.Kimse bunu öğle yemeği sırasında tartışmaz.Yaşam, gecenin konusudur."

"Birbirimizi anlayamayacağımız korkusuyla, sözcükleri gereğinden çok fazla kullanıyoruz.Konuşmamanın , iletişim kurmayı reddetme anlamına çekilmesinden , kabalık olarak görülmesinden korkuyoruz.Ayrıca çok fazla konuşuyoruz.Sessizlik bizi ürkütüyor.Sessizliği denetleyemiyoruz.Oysa sessizlikte, sezinlediğimiz ama tanımadığımız dürtülerin, özgürlüğün ve gelişigüzelliğin son noktası saklıdır."

"İnsanı şaşırtan, hayrete düşüren , tedirgin eden şey sessizliktir.Düzenlenmemiş olan şey sessizliktir.Tehlikeli ve bilinmeyen olasılıklar vaat eden şey , yine sessizliktir.Hayal gücümüzü zenginleştiren,sessizliktir."

".....psikiyatriste giden kişi, yeniden yarış pistine çıkmadan önce yağlama servisinde teknik bakım gören bir yarış arabasına benzer.Yarışın kendisi asla sorgulanmaz.Tersine, yarışı sorgulayanlar psikiyatrist tarafından sorgulanır."

"Deli , uygarlığın anti-kahramanı olacaktır.Standartlaştırma ve totalitarizmin her yere ve her şeye nüfus etmesine rağmen hala deli olmayı başarabilenler, gerçekten çok güçlü ve eşsiz bireylerdir. 'Deli' sözcüğünü hafife almamalı , çünkü bu ayrıcalık pek az insana verilebilir.Beraberinde çok büyük acılar getiren bir ayrıcalıktır bu.Deli öylesine yalnızdır ki tuttuğu yolda, dünya ve evrenle duygu birliği içinde olsa bile , övgü ve cezanın bile ötesindedir o."

"Kendimizi olduğumuz gibi kabul edinceye dek bizi tutsak edecek kahramanlar.Süpermenler ve tanrılar yaratmaya devam edeceğiz.Özgür toplumda kahramanlara yer yoktur.Özgür insanın kahramanı olmaz."

"Yirminci yüzyılın sözde enformasyon toplumu, belki de önceki yüzyılların tüm toplumlarından daha zayıf bir belleğe ve tarih bilgisine sahip.Sansür ya da bilgi manipülasyonu yüzünden değil, işittiklerimizi, gördüklerimizi ve okuduklarımızı seçmemize izin vermeyen bir haber bombardımanıyla karşı karşıya bırakıldığımız için.İnsanlar artık ayrım yapamayan duyarsız bir toplum olmaya yöneltiliyor."

"Büyük müzisyenler ve klasik besteciler hala eski dünyadan,Avrupa'dan çıkıyor.Tüm refahına karşın Amerika'dan, Yeni Dünya'dan çıkan pek yok.Müzik Budapeşte,Viyana ve Prag gibi Avrupa kentlerinde ailelerin ve sokakların gündelik yaşantısının bir parçası hala.Amerika da mükemmel bir teknikle icra ediliyor olabilir, ama yaşamıyor."

"Özgürlük, uyuşmazlığın bir fonksiyonudur.Hiçbir zaman uyuşma zorunda kalmama sürecidir özgürlük. Özgürlüğün doğrulanması , anlaşma peşinde koşmamakla sağlanır."

"İnsanlar neden çocuk sahibi olur? Mutlu olacaklarını sandıkları için mi? Çocuk sahibi olmak mutluluktur, öyle mi? Hayır! Çocuksuz mutlu olmayan kişi, çocukla da mutlu olamaz.Bir başka insanın sırtından mutluluk talep etmeye hakkımız yok.Mutluluk her yerdedir.Ancak her yerde mutluluğu bulan kişi bir çocukla da mutlu olabilir."


"Aşkı ifade eden sözlerimiz yalnız birbirimize hükmetmenin bir belirtisi olmakla kalmaz, kendi bireysel aşkımızı her şeyin üstünde yerleştirdiğimizi gösterir.Aşkımızın, işimize, başkaları ile olan ilişkilerimize, yaşam biçimimize, değer yargılarımıza hükmetmesine izin veririz.Yaşam, aşk uğruna inanç ve davranışlarını değiştiren kişilerle doludur."

"Yaşam aşktan üstündür.Aşk yaşamın bir parçasıdır.Yaşarken severiz.Severek ve acı çekerek yaşarız.Acı çekmek de , sevmek de yaşama aittir.Yalnız sevmeyi seçmek ve acı çekmeyi reddetmek yaşamı reddetmek demektir.

Sevgisizlik yüzünden çoğu kez dramatik ölümlere sürüklendiğimiz halde, aşkla birlikte yaşadığımız pek nadirdir."

Gündüz Vassaf-Cehenneme Övgü


26 Kasım 2011 Cumartesi

Sarhoş Olun




Hep sarhoş olmalı. Her şey bunda; tek sorun bu. 

Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız.

Ama neyle? ...

Şarapla, 
şiirle 
ya da erdemle, 
nasıl isterseniz. 
Ama sarhoş olun...

Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun; “Saat kaç?” deyin. Yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: “Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına!.. Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz...
Charles Baudelaire



23 Kasım 2011 Çarşamba

Gerçek Öğretmenlik

Anasınıfında birçoğumuz öğretmeninin "Büyüyünce ne olmayı düşünüyorsun?" sorusu ile karşı karşıya kalmıştır.Anasınıfında olmasa bile eminim ilköğretim yıllarında hemen hemen her sene sorulmuştur bu soru.Genelde kız öğrencilerin ilk cevapları öğretmenlerinden de etkilenerek "öğretmen"  olan cevapları erkekler için o zamanki gündemde hangi meslekse, ailesinin asimilesi ile "doktor,mühendis" vb. olduğuna eminim.Benimde ilk yanıtım tabi ki öğretmenlikti hatta okulöncesi öğretmenliğiydi.Her ne kadar ailenin düşünceleri , öğretmenlerin popüler gördüğü mesleklerle bu sorunun cevabı her sene değişse de ben neticede bir okulöncesi öğretmeni oldum.

Çevremde insanlar hep hayatlarının dönüm noktasında onları destekleyen iyi bir öğretmeninden bahseder.Bu yüzden bana yakın olan, beni gerçekten olduğum gibi seven bir öğretmenim olmasını istemiştim.Ama sanırım bu düşüncem benim için hep bir ütopya olarak kaldı.

Öğretmenlerimden bir sürü şey öğrendim.İlk dayağımı anasınıfı öğretmenimden yemiştim.Arkadaşımı şikayet ettim diye tokat atmıştı öğretmenim bana.Çok küçük bir sebepti küçüklüğüme verip hiç vurmayabilirdi.Ben de öğrencilerimden hergün yüzlerce şikayet alıyorum.Ben anasınıfı öğretmenimden dayak atmamam gerektiğini öğrendim.İlkokulda çok içine kapanıktım öğretmenin ödev olarak verdiği konuyu çalışır giderdim fakat cesaretim olmadığı için çıkıp anlatmazdım.Öğretmenimin sıra dayağı çektiği öğrencilerinden olurdum hep.Ben İlkokul öğretmenimden cesareti olmayan öğrencilere de söz hakkı tanımam gerektiğini öğrendim.Lise de fizik sınavının ortasında arkadaşım sayfama bakmaya çalışıyor ben izin vermiyordum.Öğretmenim beni dinlemeden yargıya vardı ve sınavın ortasında en sertinden bir tokat yapıştırdı.Ben fizik öğretmenimden öğrencilerimi yargılamadan önce dinlemem gerektiğini öğrendim.Lise ikinci sınıfta biyoloji öğretmenim sayısalı değilde eşit ağırlığı seçtiğim için hayal kırıklığına uğradığını söyledi.Ben biyoloji öğretmenimden öğrencilerimin tercihlerine saygı göstermeyi öğrendim.Matematik öğretmenim okulöncesi öğretmenliğini seçtiğim için beni küçümsedi.Ben matematik öğretmenimden her neyi seçerse seçsin öğrencimle gurur duymam gerektiğini öğrendim.Üniversitede bölüm başkanı olan hocamız sınıf birincisine bambaşka davranırdı.Ondan da bütün öğrencilerime eşit davranmam gerektiğini öğrendim.

Gördüğünüz üzere gerçekten beni anlayan bir öğretmenim olmadı.En sonunda ben böyle olmayacağım diye kendi kendime söz verdim.Ben öğrencilerime hem arkadaş, hem de gerçek bir öğretmen olmayı hedefliyorum.Umarım ben gerçekten öğrencilerimi anlayan , onların kişisel gelişimlerine katkı sağlayan unutamayacakları bir öğretmen olurum.Umarım hep kızgınlıkla hatırlanan değil gülümseyerek tatlı bir hatıra olarak anlatılan bir öğretmen olurum.Tüm meslektaşlarımın ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN!

Not:Resim öğrencimin gözünden ben :)



BAŞÖĞRETMENİM ÖĞRETMENLER GÜNÜN KUTLU OLSUN!

22 Kasım 2011 Salı

Kitaplardan İnciler (İle)

"‎...şundan dolayı: İlişkinin ucunda o kişiler vardır yalnızca- o, o ilişkidir; o iki kişinin ilişkisi... Biriciktir. -Oysa, o iki kişinin daha bir sürü ilişkisi vardır, başka kişilerle. İşte, bu öteki ilişkiler, o kişiler yoluyla hep bulaşırlar onların ilişkisine- o zaman da ilişki saflığını yitirir, katışık hale gelir: bozulur, yozlaşır, ölür."

"Belki temel hata , sevgiyi bir 'duygu' işi olarak görmekte--duygu yanı yok değil; ama bu, bilinçle dengelenmezse-yalnızca duygusal kalırsa-kişinin özgürlüğü pahasına yürüyor.Bu oluşumun en önemli göstergesi, kıskançlık : sevginin tek yanlı yozlaşması...Akıldışı hale gelmesi, bilgiyi çeler hale gelmesi...Sevginin iki kişinin ilişkisi olmaktan çıkıp,bir kişinin ötekine yönelik bir tutumu haline gelmesi...."

"Bir gün bir yerde oturuyorduk.Ben gidecektim; işim vardı.Sen 'Sen gitsen yapman gerekeni yapsan;bende burada beklesem seni' dedin.
İçim ışıldadı-ne güzel bir olanaktı bu:-

Sen beklerken 'akıl gözünle benim yaptığım işi izleyecektin; ben de, işimi yaparken, sürekli senin orada bekleyişini-beklediğini-görecektim.

Ayrıyken birlikte olacaktık."



"Ayrılış ilişkinin kayıp çocuğudur;
özlem de sevginin ikiz kardeşi...."

"İlişkide anlamı belirleyen ve yer tutan, 'reel' zaman aralıkları ve uzam bölümleri değildir: her ilişkinin kendi bir 'iç' zamanı ve uzamı vardır;onların içinde oluşur-bu yüzden hiçbir ilişki, bir başka ilişkiden 'önce' ya da 'sonra' değildir; her biri ötekilerle hem 'içiçe'dir, hem de onlardan 'apayrı'.

"Bencillik, kiminkiyse, onun değeri kadar değerlidir.Bundan ilk çıkarılabilecek sonuç, bencilliğin değerli de olabileceği: kendiliğinden toptan değersiz olamayabileceği-hemen değersiz sayılabileceği durumların ötesinde bir belirlemesi olmalı, demek ki- ikincisi de şu: kişi bencil sayılabileceği durumlarda bile , değerli olabilecek şeyler yapabilir:-"

"  'Düzeltmek için çok geç' dedi Kırmızı Kraliçe: 'bir şeyi bir kez söyledin mi; bu onu kalıcı hale getirir; artık , sen de onun sonuçlarına katlanmak zorundasındır.' Lewis Carroll"

"Hiçbir ilişki eksik değildir-her ilişki , o kadarıyla , o biçimiyle , o süresiyle , tamdır.

Ama her ilişkinin farklı girdi-çıktıları, düzensiz bir çeperi, değişken yoğunlukta bir içeriği vardır: Bu anlamda da, hiçbir ilişki , 'son'una kadar 'tamam' değildir-her ilişki 'tamam' lanmadan biter.

Ama, her ilişki , o iki kişinin her karşı karşıya gelişlerinde , yeniden başlar-ve, ayrılmalarıyla, yeniden, biter.

İşte:tamdır her ilişki-'tamam' lanmadan tamamlanır..."


      Oruç Aruoba-İle 











20 Kasım 2011 Pazar

Benden Haberler

Selam dostlar uzun süredir yazamıyorum.Geçen hafta sonu İstanbul Kitap Fuarı nedeniyle buralarda değildim.Güzel bir kitap alışverişinden sonra yorgun ama mutlu döndüm İzmit'e.Hafta içi de ancak okuduğum kitaplardan alıntılar yapabildim.Şu sıralar Eskişehir'deyim Kpds'ye girme bahanesi ile aynı zamanda şehri gezdim.Burada kuru ayaz var.Hafiften İzmit'in sulu soğuğunu özledim.Birazdan otobüsüme binip geri döneceğim İzmit'e.Her zaman ki gibi bir hafta sonu tatili daha çabuk geçti.Her ne kadar önümüzdeki hafta sonu ALES'e girecek olsam da evdeyim :).Ayrıca unuttuğum öğrencilik yaşantılarını burada yeniden yaşama fırsatı buldum :D Kuzenimin öğrenci evinde kalmak anılarımı canlandırdığı gibi bol bol makarna yememi sağladı :) Bilgisayar oyunlarını bir türlü sevemedim evde kızlı erkekli psikopat gibi oyun oynuyorlar :) Bende öğrendiğim kadarıyla yanlız dolaştım şehirde.Kitap fuarında almak isteyip alamadığım kitapları burada yine indirimli alma fırsatı bulduğum için çok mutluyum.Kahve dünyasında oturup sakin sakin kitabımı okuyup cappuccinomu yudumladığım gibi frambuazlı cheesecakemle kendimi ödüllendirdim.Ne de olsa bugün bir sınav atlattım :)Beni çağırıyorlar misafiri aç yollamak olmazmış diye bana yemek hazırlıyorlar şimdi.Yazıma burada son verirken tez zamanda burada olmayı ümit ediyorum.Okuyamadığım blog yazılarınıza da yakında göz atacağım sevgiyle kalın :)

16 Kasım 2011 Çarşamba

Story of Stuff

Satın aldığımız eşyaların hikayesini ve dünyaya bıraktığı etkileri sade bir dille anlatan mükemmel bir video.Herkesin 20 dakikasını ayırıp izlemesi gereken bir video olduğunu düşünüyorum. Bu günlük 20 dakika reklam izlemeyin bunu izleyin derim nokta :)










Kendi Sitesi için:http://www.storyofstuff.org/


15 Kasım 2011 Salı

Kitaplardan İnciler (Değişen Kahramanımız)

"Küçük bir çocuk dahi olsa , adalet ve özgürlüğe duyulan özlem büyüklerin duygularıyla hemen hemen benzerlik taşır.Yani büyükler kadar çocuklarda adalet ve özgürlüğe düşkün olurlar, diye düşünüyorum.Benim en büyük hatalarımdan bir tanesi , çocukları ikna ederken kullandığım yöntemdi.Çocukları mantıklı bir şekilde uyararak ikna edeceğim yerde, hırslarıma yenik düştüğüm için onları parayla satın almaya çalışmıştım.Üstelik bu davranışım, büyüklerin dünyasındaki düşük seviyeli ve kurnazca politik oyunlara     benziyordu."

"Büyüklerin her an bütün kurallara uyarak yaşamasının mümkün olmaması gibi çocuklarında aynı şekilde bazı kurallara tamamıyla uymaları zordur.'Silkelendiğinde üzerinden toz çıkmayacak kişi yoktur' atasözündeki gibi, gerçekten titizlikle bakıldığında çocuklarda büyüklerin kanundışı veya ahlakdışı hareketleriyle eşdeğerde ufak tefek bir sürü suçu defalarca işleyerek günlerini geçirmektedirler."

"Bir insanın pişmanlık duyup tövbe etmesi için  mutlaka uzun bir süre geçmesi gerekmez.'Kasap da elindeki bıçağı bıraktığı taktirde Buddha olabilir.' atasözündeki gibi insan ne kadar günahkar da olsa gün gelir affedilir."


İ.Munyol-Değişen Kahramanımız

14 Kasım 2011 Pazartesi

Kitaplardan İnciler (Son Ada)

"İnsanın başına neler geleceğini bile bile kendini feda etmesi, kadere teslim olmak gibi bir şeydi herhalde.Bir kere Platon'da bilgeler üstüne bir cümle okumuştum.Galiba bir bilgenin , halkı yağmur gelecek diye uyardığını ama kendisini dinlemedikleri zaman o ahmaklarla birlikte ıslanmak zorunda olmadığını , evine girip rahatça oturabileceğini yazıyordu."


"Ne garip! Mücadele martılarla başlamıştı ama sanki giderek kişiselleşiyor ve biz insanlar arasındaki bir kavgaya dönüşüyordu.Ne kadar acı olursa olsun şunu itiraf etmeliyim ki,bu kavga adaya bir canlılık getirmişti.Mücadele heyecanı belki de karmaşık ruhumuzun çoktandır aradığı bir şeydi.

İnsanlar arasında bunlar olup biterken martılar ne alemdeydi, ne yapıyor,yaralarını nasıl sarıyordu,bilemiyorduk.Çünkü hem onları gözlemeye vaktimiz olmamıştı hem de zaten vakur ve ifadesiz duruşlarından bir şey anlamak mümkün değildi.

Bu olaylar olmadan önce de zaman zaman düşünür , kendimi bir martı yerine koyarak adayı onların gözüyle seyretmek isterdim.Acaba gökyüzünden baktıkları zaman, aşağıda yürüyen konuşan,yemek yiyen insanları nasıl görüyorlardı?Bizim hakkımızda fikirleri neydi?

Biz insanlar evren hakkında düşünürüz,yargılara varırız ama evrenin bizim hakkımızda ne düşündüğünü hiç merak etmeyiz."


"Biz insanlar, sınırlarımızı bilmeden kendi aklımızı beğeniyoruz, öğrenmiyoruz,akıllanmıyoruz.Her şeyi anladığımız zaman da genellikle iş işten geçmiş oluyor."

"Tavşan korktuğu için kaçmaz , kaçtığı için korkar!"

"Sizin anlamadığınız esas sorun şu:Bu adamların korktuğu tek şey soru.Soru sorulmasından ödleri kopuyor.Sorgulayanlar ise buna mecbur olduklarını hissederek, kendilerini yok etme pahasına direnişlerini sürdürüyorlar.İsa gibi, Spartaküs gibi , tarihteki birçok örnek gibi.Onun için bu işi tek tek insanların iyiliğine kötülüğüne bağlamayın."

"Eskiden beri insanları hayvanlara benzetme huyum vardır.Bence her insan bir hayvana benzer.Kiminin yüzü bir kuşu andırır, kiminin ki bir koyunu;bazı insanlar ata benzer , suratları aynen at gibi uzundur; bazıları kurt yüzüne sahiptir.İnsanların benzedikleri hayvanların karakterini aldıklarını düşünürüm.Ne bileyim, belki de öyle geliyordur içlerinden, öyle hissediyorlardır.Bir koyuna , niye böyle uysal davranıyorsun ya da bir kurda , niye böyle yırtıcısın diye sorulur mu!"

"Son günlerde adamızı çevreleyen deniz bile gözüme korkutucu görünmeye başlamıştı.Eskiden kıyıya oturup zevkle seyrettiğim gelgitler,yedi dalgadan birinin büyük olduğunu sayma oyunları şimdi içimi ürpertiyor; denizin salınışında da bir zalimlik , bir tehdit seziyordum.İçimdeki kaygı dozu arttıkça , ben de denizin pırıltılı yüzeyini değil, karanlık derinliklerini düşünmeye başlamıştım.Aynı denizde, aynı çevre koşullarında yaşayan köpek balıklarının kötü , yunusların iyi olmalarını neyle açıklayabilirdik? Aslında köpekbalığı neye göre kötü , yunus neye göre iyiydi? Belkide iyilik kötülük diye bir şey yoktu."

"Hz.İsa'yı dağa doğru koşarken görenler 'Ey İsa, aslandan mı kaçıyorsun?' diye sormuşlar. 'Hayır' demiş. 'Kaplandan mı kaçıyorsun?' diye sormuşlar.O yine 'Hayır' demiş ve eklemiş, 'ben peygamberim,aslandan kaplandan korkmam.' 'Peki o zaman neden kaçıyorsun?' diye sormuşlar.
'Ahmaklardan kaçıyorum' demiş İsa, 'Çünkü onlarla baş edemem." 



Zülfü Livaneli-Son Ada

9 Kasım 2011 Çarşamba

Hayatımızdaki Renkler "Mim"

Küçükken gökkuşağı ile ilgili olan hikayeleri çok severdim.Gökkuşağının nasıl oluştuğunu da bilmediğim için bir gökkuşağının üzerinde yaşamayı düşlerdim.Çünkü rengarenk şeyleri hep sevmişimdir.Tabi bu gökkuşağının diğer ucunda da altın dolu bir kazan olmalıydı.Çünkü masallarda hep bize böyle öğretmişlerdi.Nihayetinde büyüyünce asla olmayacak şeyleri hayal ettiğimi anladım :D Allahtan böyle şeyleri yavaş yavaş anlıyoruz.Herhalde bir anda şıp diye anlasaydık hayal etmeyi de öğrenemeyecektik.Gelelim sadede neden bunlardan bahsediyorum,çünkü yine mimlendim.Bu sefer ki konumuz ruhumuzun renkleri.Beni de bir çok arkadaşım mavi ağırlıklı sarı olarak nitelendirmiş.Sevindim bu duruma çünkü oldukça isabetli kararlar vermişler.Öncelikle onlara teşekkür ediyorum.Sonrasında her ne kadar mavi ve sarı baskın olsa da beni en iyi anlatan sanırım gökkuşağı.Rengim değişebiliyor arkadaşlar..yani dengesiz de diyebilirsiniz...Ama gökkuşağında 7 renk var bizim mevzu bahsi geçen renkler 12 tane dediğinizi duyar gibiyim..Son yapılan araştırmalara göre o 7 renk göz yanılgısıymış...aslında daha çok renk varmış.Kendimden bahsettiğime göre şimdi blogger arkadaşlara dönelim...Öncelikle Mia'ya teşekkürler güzel bir şekilde renkleri derlemiş...bende aldım kullandım..hakkını helal et olur mu Mia :D

Beyaz: Temizlik, saflık ve güven hissi verir. Hüzünlendirir.
Siyah: Konsantrasyonu ve özgüveni artırır. Çoğu ülkede matemi temsil eder.
Mavi: Özgürlük hissi verir ve sakinleştirir.
Yeşil: Dinlendirir ve huzur verir.
Kırmızı: Tansiyonu ve kan akışını hızlandırır. İştah açar.
Sarı: İnsana heyecan ve canlılık verir. Dikkat çekicidir.
Mor: Bilinçaltını olumsuz etkiletebilir.
Pembe: Neşe, güven ve rahatlık verir.

Turuncu: İştah açar, yorgunluğu giderir.
Lacivert: Düşünce gücünü arttır, ciddiyet verir.
Kahverengi: Toplum içinde rahatlık ve güven verir.
Gri: Alçakgönüllüğü ve dengeyi ifade eder.

Şimdi gelelim listemdeki arkadaşlara ;
Mia Wallace:Sarı , Mavi ve Pembe
Yaz Güneşi:Beyaz,Kahverengi ve Gri
Cessie:Lacivert ve Sarı
Deeptone;Mavi,Lacivert ve Sarı
Luna: Pembe ve Beyaz ayrıca Yeşil
Yasemen K:Mavi ve Lacivert
Bolat:Lacivert ve Kahverengi
Semi :Pembe ve Sarı
Adreferda:Kahverengi ve Pembe
Huyum Kurusun:Beyaz ve Lacivert
Seymsomething:Beyaz ve Kahverengi
Biraz Şöyle Biraz Böyle:Turuncu ve Kırmızı
Volante:Pembe ve Kahverengi
Mit:Sarı ve Lacivert
İçimden Geldiği Gibi:Pembe ve Sarı
Baykuş Gözüyle:Pembe ve Turuncu


Arkadaşlar yeni bir blogger olduğum için kusurum varsa affola :)
Yazmak isteyen herkes mimlidir.Tek tek yazamıyorum çünkü herkes birbiriyle arkadaş kim kimi mimlemiş takip etmek zor.

Ayrıca yazmadan geçemeyeceğim..Günlük hayatta da renklerin önemli bir yeri olduğunu biliyor muydunuz?Mesela neden bütün taksiler sarıdır?Ünlü şirketlerin neden logoları hep kırmızıdır? Neden fastfood lokantalalrının duvarlarında kahverengi ve sarı renk hakimdir?Çünkü sarı ve kahverengi renk geçiciliği ifade ediyormuş.Yemekten hemen sonra kalkma hissi uyandırıyormuş kahverengi.Takside sonuçta bizim için geçici bir mekan.Ülker,Coca cola gibi şirketlerinde logoları kırmızı çünkü iştah açıcı bir özelliğe sahip.Mavi renk genellikle insanların daha az yemesini sağlarmış bu nedenle fastfood lokantalarında mavi renge pek rastlanmaz.Ama dikkat ettiyseniz diyet ürünlerinde mavi renk hakimdir.Süt ve süt ürünlerinde de sağlıklı olduğunu belirtmek için mavi ve yeşil tercih edilir.Ayrıca kasiyerler de genelde pembe renk giyer aldığımız hizmetten mutluluk duyalım diye :D 

Rengarenk bir yaşam geçirmeniz dileği ile :)


Ne Varsa Eskilerde Var!

Eski şarkıları dinlemenin her zaman benim için ayrı bir yeri olmuştur.Üniversitedeyken canımın sıkıldığı bir anımda nette araştırmaya, kendime bir oldies klasörü oluşturmaya başlamıştım.Halen daha devam ederim bu alışkanlığıma.Bildiğim şarkılar dışında farklı 50,60,70,80li yılların şarkıların dinler sevdiklerimi arşivlerim.Bu gece otururken dedim kendi kendime belki blogger arkadaşlarımdan da benim gibi sevenler vardır.Sevdiğim parçalardan azar azar paylaşayımda onlarında kulakları şenlensin :D Sevmeyenleri de belki asimile etmeyi başarırım ha ne dersiniz?


İlk şarkımı siz güne güzel başlayın diye eğlenceli olanların arasından özene bezene seçtim.Çok sevdiğim sanatçılardan olan Louis Armstrong'un Zip a dee doo dah isimli parçası.(Kaçıp gitmeyin diye)Bazı günler uyanınca bu şarkıyı dinlerim...Çok eğlenceli anlaşılması ve söylenmesi kolaydır.

Louis Armstrong-Zip a dee doo dah


İkinci şarkıda biraz hüzünleniyoruz.Çünkü şarkımızın baş kahramanı annesini kaybetmiş ve şarkı boyunca annesine seslenmekte.Şarkının ingilizce,fransızca,italyanca olmak üzere bir sürü coverı bulunmakta.Ben en sevdiklerimden biriyle sizleri başbaşa bırakıyorum.Ricky Shayne'nin sesi burda oldukça etkileyici.


Ricky Shayne-Mamy Blue


Üçüncü parçamız da oldukça hüzünlü.Şarkımızın baş kahramanı memleketinden ve sevdiklerinden ayrılışını dile getiriyor.Bu parçayı üniversitedeyken denizci bir arkadaşım çok seviyordu.Enteresan bir durumdu ama bir gün kız arkadaşına ezbere bu şarkıyı söylemeyi çok istiyordu.Şarkıyı ,birçoğunuz tanıyordur eminim, Enrico Macias söylüyor.

Enrico Macias-J'ai quitté mon pays



Kasvetli bir ortam yarattım sanki hep hüzünlü şarkılardan gidiyorum.O zaman birazda şenlenelim ister misiniz?Şimdi sıradaki parçamız da kalkıp dans etmenize izin var :D 

Vaya Con Dios-Nah Ne Nah



Ve bugünlük son parçamıza geldi sıra.Çok dans ettiğinizi farz ederek yine slow bir parçaya geçiş yapıyoruz.(Kendimi radyo programında konuşuyormuş gibi hissettim :D )Son şarkımız da benim en sevdiğim Frank Sinatra şarkısı olan My Way Of Life.Bu şarkıyı anlatmaktansa sözlerini paylaşmayı tercih ediyorum.

Frank Sinatra-My Way Of Life




Gotta have you near all the time, with your dreams wrapped up in mine.
Gotta be a part of your soul and your heart all the time.
Nothing in the world that I do means a thing without you.
I'm just half alive in my struggle to survive without you.
You are my way of life, the only way I know, you are my way of life.
I'll never let you go, never let you out of my sight, be it day, be it night,
You belong to me, that's the way it will, be wrong or right,
I don't need crowds at my door, the applause from the floor,
All I need is you and the love we once knew, nothing more.
You are my way of life, the only way I know, make me your way of life.

Umarım güne güzel başlamanıza bir nebze olsun katkım olmuştur.Yine başka bir oldies listesinde görüşmek dileği ile...Esen kalın! diyeyim de tam olsun :D





7 Kasım 2011 Pazartesi

Sebze Bayramı

Günler ne çabuk geçiyor değil mi?Bayramın 2. gününe geldik zamanın nasıl geçtiğini anlamadan.Tatilin tadına varamadan.Belki tatilin tadına varamamışsınızdır fakat etin tadına vardığınıza eminim.Kurban bayramının bir diğer anlamı da her yapılan yemeğe et koyma alışkanlığıdır.İnsanlar sadece eti düşünür bu bayramda ne kadarını kıyma yapsak acaba? Konu komşuya ne kadarını hayır olarak dağıtsak? Ya da acaba buzdolabı poşeti yetecek mi? Ya buzlukta yer kalmazsa? diye düşünceler sürer gider.Yani şu bir kaç günlük bayramda et ile olan ilişkiniz neredeyse bütün yıl boyunca girdiğiniz ilişkiye bedeldir.Bu sene Kurban Bayramına gidemedim ama sanırım bu et ile olan ilişkimin limitini de doldurdum.Yazın bir seminer dolayısı ile Van'a gitmiştim de...Haliyle doğu anadolu bölgesi ne de olsa sabah yumurtada et öğlen etli bir yemek akşam arkadaşlarla et lokantası...Bir haftada fena halde midemi bozmuştum...Zavallı midem böyle durumlara alışık değil ki ne yapsın...Çünkü biz sebze ağırlıklı beslenen egeliler grubuna giriyoruz :D Bu yüzden de kardeşim ile birlikte ailemizin yanına gidemediğimiz bu bayramı "Sebze Bayramı" ilan ettik.Bayramımızın onur konuğu ise, çok saygıdeğer bizi kıramayıp marketten buzdolabımıza giren "Brokoli".Şimdilerde onu yeme planları yapıyoruz.Birkaç kişiyi davet ettik fakat sanırım et yerine Brokoli pek cazip gelmedi....Tabi aklı dengemizden şüphe edenlerde olmadı değil.
 Sanırım Brokolinin faydalarını en iyi Sid açıklar o yüzden sizleri onunla baş başa bırakırken bol sebzeli bayramlar diliyorum :D (Tıklayın-Brokolinin Faydalarını Öğrenin)



6 Kasım 2011 Pazar

Objektifime Takılanlar

Gece gece uyku tutmadı.Bende eski resimlerimi düzenleyeyim dedim kendi kendime.Sonra birden aklıma çektiğim resimlerden bazılarını sizlerle paylaşmak geldi.Resim çekmeyi çok severim.Fakat ne yazık ki bir türlü profesyonel makine alıp kursuna gitmek nasip olmadı.Yakın zamanda güzel bir makine alıp kursuna gidip bol bol fotoğraf gezilerine katılmak istiyorum.Çektiklerimden birkaçını sizlerle paylaşıp görüşlerinizi almak istedim.

ÇANAKKALE-DARDANOS


VAN-AKDAMAR ADASI


KOCAELİ TREKKİNG ROTALARINDAN MENEKŞE YAYLASI


VAN AKDAMAR ADASI KLİSESİ


KOCAELİ-MENEKŞE YAYLASI

KUŞADASI

KOCAELİ-SEKA PARK



VAN GÖLÜNDE GÜN BATIMI


EDİRNE MERİÇ KÖPRÜSÜ

ESKİŞEHİR-PORSUK ÇAYI


5 Kasım 2011 Cumartesi

Bayram Coşkusunun Yoksunluğu

Bayram geldi.Herkes ya yolda ya da ailesinin yanında şu sıralar.Tabi bayramda ailesinin yanında olamayanlarda var.Bizde kardeşimle birlikte bu gruba girenlerdeniz.Bayramda memleketimize gidemiyoruz.Nedeni ise yolun uzun, tatilin az, tatil dönüşü yapılması gerekenlerin çok olması :(  Bu bayram ne yazık ki sabahın köründe küçük kardeşim tarafından "Abla amma uyudun kalksana!" tabiri ile uyandırılmayacağım...Annemin ve babamın ellerini öpemeyeceğim....Ananemin ziyaretine gidemeyeceğim....yani bayramı bayram yapan birçok unsurdan yoksun kalacağım. :( Bu durumun sonucunda bizde kardeşimle yukarıda saydıklarımın asla yerini tutamayacak planlar geliştirdik..Kardeşimin bayram için tek planı ders çalışmak..haftaya cumartesi vizeleri başlıyor...Kocaeli Üniversitesinin sınav takvimi de oldukça ilginç bizim üniversitede (meslek yüksek okulları hariç) cumartesi pazar sınav olmazdı...ama Kocaeli Üniversitesi öğrencilerine acımayıp koymuş...Ben ise bayramdan sonraki 5 hafta sonu aralıksız dolu olacağım için ev merkezli bir plan yaptım.Benim planımda ise  2-3 kitap okumak, birkaç güzel film izlemek, Kpds çıkmış sorulara bakmak(çok iç açıcı değil mi?) en zevkli  kısmı kitap fuarı için alınacak kitapların listesini oluşturmak var :) Hava güzel olursa deniz kenarına kitap okumaya gidebilirim.Bayramda tek misafirliğimiz üst katımızda oturan ev sahibimiz Hayriye Teyzeye yapacağımız ziyaret olacak.Tabi öğrencilerime bayramda burada olacağımı isterlerse bayramlaşmaya gelebileceklerini söyledim.Çok sevindiler bakalım yarın kaç kişi gelicek :) 

Şimdilerde birçok arkadaşım aileleri ile birlikte yapacakları toplu ev ziyaretlerinden yakınmakta :) Burdan onlara sesleniyorum:Sevgili arkadaşlarım tatili aileleri ile geçirme fırsatı bulamayanlarda var bu yüzden bırakın yakınmayı sizi koşulsuz seven ailenizle birlikte olmanın tadını çıkarın...Herkesin güzel huzurlu ve mutlu bir bayram geçirmesini diliyorum...görüşmek dileği ile :)


Dipnot: Resim öğrencilerimle hazırlamış olduğumuz bayram tebrik kartlarına aittir...

2 Kasım 2011 Çarşamba

Üçü Bir Arada:Kitap-Tiyatro-Sinema

Geçen hafta başında "Guguk Kuşu" adlı tiyatroya gideceğim için kendi kendime bir karar aldım.Bu tiyatroya gitmeden önce kitabını okumalı ve filmini izlemeliyim diye.Hafta içi çarşamba günü kitap bitmişti.Daha sonrasında filmi izlemeliydim fakat aniden tiyatrodan sonra izlemeye karar verdim ve ve planlarımı yavaş ama emin adımlarla uyguladım.İşte sizlere bu müthiş üçlemeyi anlatacağım.

Guguk Kuşu (One Flew Over the Cuckoo's Nest ) 1962 yılında yayımlanmış olup ABD'li yazar Ken Kesey'e aittir.Guguk kuşları kurnaz kuşlar olarakta bilinir.Kendileri kuluçkaya yatmazlar fakat yumurtalarını başka bir kuşun yuvasına bırakırlar.Kitabımızın baş karakteri McMurphy de guguk kuşlarına benzetilmiştir.Kitaptaki guguk kuşumuz bir mahkumdur ve akıl hastası numarası yaparak daha az güvenlik sistemine sahip bir akıl hastanesine, kaçma planını yürürlüğe koymak için gelmiştir.Fakat akıl hastanesinde işlerin hiçte düşündüğü gibi gitmediğini fark eder.Oradaki akıl hastaları ile kurduğu diyaloglar hem kendisini hemde hastaları düşünmeye sevketmiştir.Kısacası kitapta; bir akıl hastahanesi...dışarıdaki toplumun bir kesitimidir?  Deli kimdir? Delileri sistem mi yaratır? Hangimiz deliyiz ya da akıllı? sorularına çarpıcı bir şekilde yaklaşılmıştır.


Kitabın arka kapak yazısı kitabı alırken beni çok etkilemişti;

"Büyük Hemşire, çelik kapıdaki düğmelerden birini çevirerek duvar saatini dilediği hıza ayarlayabiliyor. Kimi zaman canı her şeyi hızlandırmak istiyor; düğmeyi çeviriveriyor. Saatin akrebiyle yelkovanı yarışıyorlar sanki. Paravanalarla örtülü pencerelerde gündüz, gece birbirini kovalıyor. Bu düzmece zamanın geçmesiyle herkes birbirine giriyor. Yarım yamalak tıraş olup kahvaltı masasına balıklama dalıyorsun, daha ağzına bir lokma koymadan öğlen oluyor, ilaç veriliyor, yerinden kalkıp dinlenme odasına giderken akşam zili çalıyor, yatağa giriyorsun, on dakika sonra gene sabah olmuş. Büyük Hemşire herkesin kırılma ya da dağılma noktasına geldiğini görünce, düğmeyi yeniden çeviriyor. Her şey eski hızına dönüyor. Film makinesini olağan hızının on katına çıkarıp perdede herkesin akıl almaz biçimde koşuşmasını izleyen, bir süre sonra bıkan, eski düzeni geri getiren küçük bir çocuğu hatırlatıyor bana Büyük Hemşire'nin bu davranışı.


Guguk Kuşu, günümüz insanının toplumla çelişkilerini ortaya koyan bir roman. Kimin dediği olacak? Toplumun mu, gönlüne göre yaşayanın mı? Bir akıl hastanesindeki özgür ruhlarla disiplin sağlamaya çalışan yönetim arasındaki mücadeleyi olağanüstü bir ustalıkla anlatan Ken Kesey, bu ilk yapıtıyla Amerikan 'karşıt-kültürünün' efsanelerinden biri oldu. Roman 1975 yılında Milos Forman tarafından sinemaya aktarıldığında, başta delişmen dalavereci McMurphy rolüyle şeytani ve karizmatik oyunculuğunun temellerini atan Jack Nicholson ile katı ve sadist ruhunu taş bebek güzelliğinin altında saklayan Büyük Hemşire Ratched'ı canlandıran Louise Fletcher olmak üzere, film 5 Oscar ödülü kazanarak, bir başyapıt haline geldi."
Kitapta beni en çok etkileyen paragraflardan birini paylaşmak istiyorum...McMurphy grup toplantısı sonrası düşüncelerini bir akıl hastası olan arkadaşına aktarmaktadır.

"Tavuklar, aralarından birinin üzerinde kan gördüler mi başına üşüşüp gaga atmaya başlarlar.Sonunda tavuğu param parça ederler gagalarıyla.Kavga sırasında kan,bir ikisine daha bulaşır.İlk zavallının işi bitince, sıra onlara gelir.Bu kez kanlanan üç-dört tavuk daha çıkar.Diğerleri onlara saldırır.Bir iki saat içinde bir kümes dolusu tavuğun öldüğünü görmüşümdür.İnsanı tir tir titreten bir manzaradır.Buna engel olmanın bir yolu var.O da tavukların gözlerini bağlamak.Kanı görmemelerini sağlamak."


Kitabı okuduktan sonra açıkcası bu kadar betimlemeye sahip bir eserin, aynı zamanda dilsiz ve sağır taklidi yapan bir kızılderilinin düşüncelerinden anlatıldığı için acaba nasıl sahneye koyacaklar diye çok düşündüm.Konu akıl hastanesi olunca kişilerin gördükleri hayallerde var.Ama tiyatro beklentilerimin çok çok üstündeydi.Bütün oyuncular çok büyük emek sarfetmişler.Herhalde sahnede en zor canlandırılan karakterlerden birisi deli rolüdür.Çünkü spontan yapılması gereken hareketler vardır.Bu hareketleri yapmak hemde sahnede canlı bir şekilde 2,5 saat yapmak çok zor olmalı diye düşünüyorum.İzlediğim gösterimde McMurphy sizlerinde televizyonlardan tanıyacağınız Barış Falay canlandırmıştı.Kızılderili reis rolünde Engin Benli ve delilerin başı(tabi McMurphy gelmeden önce) Harding'i Aydın Sigalı canlandırmıştı.Hepsi performanslarını sergilerken müthiş derece ter döktüler.Ayakta alkışlanmayı gerçekten hak ediyorlardı.Şimdiye kadar izlediğim oyunların içinde en etkilendiğim oyun olduğunu söyleyebilirim.











1975 yılında çekilmiş olan filmini tiyatrodan sonra pazar günü izledim.Filmde kitabın arka kapağında da bahsedildiği gibi McMurphy rolünü Jack Nicholson canlandırıyor.Rolünü hakkıyla yapmış besbelli :) Haliyle bir sürüde ödül almışlar... Filmini izlerkende kardeşimle oldukça duygulandık...Sonuç olarak bir eseri üç farklı biçimde tatmak benim için farklı bir deneyim oldu.Her birinden ayrı bir tat aldım....Kitap iç dünyaları ile esere bakmamı sağlarken tiyatro canlı canlı yaşamamı sağladı...Filmde mekan çeşitliliği bakımından renk kattı...böylece güzel bir hafta geçirmemi sağladılar...denemediyseniz eğer tavsiye edilir...eminim bende olduğu gibi size de bu üçünü bir arada yapmak farklı bir bakış açınızın olmasını sağlayacaktır.Okuduğunuz için teşekkür ederken bol sanat ve edebiyatlı günler diliyorum......