Hypatia'nın Araştırmacı Ruhu

Araştırmacı bir insanın yazıları

29 Ocak 2012 Pazar

Kitaplardan İnciler (Hayalet Gişe)



"Yolunu bulsan da bulmasan da bir yol edineceksin kendine.Ama olur da benimkini bulursan, lütfen getirip geri ver,çünkü yıllardır kayıptı."

"Hiçbir beklentin olmazsa,beklenmedik bir şey de olmaz."

"Bir zamanlar, zaman denilen şey yoktu,insanlar bu durumdan hiç hoşnut değillerdi tabi.Yedikleri öğünün öğle yemeği mi akşam yemeği mi olduğunu bilmiyorlar,bütün trenleri kaçırıyorlardı.Günlük hayatı takip edebilsinler, olmaları gereken yerde vaktinde olabilsinler diye yaratıldı zaman.Ellerindeki zamanı saymaya başlayıp da bir dakikanın 60 saniyeden , bir saatin 60 dakikadan , bir yılın ise 365 günden olduğunu keşfedince , kullanabileceklerinden çok daha fazlasına sahip olduklarını anladılar.Sonunda da bu kadar fazla olan bir şeyin o kadarda değerli olmayacağı sonucuna vardırlar, böylece zaman giderek itibarını yitirdi.İnsanlar onu savurganca kullanmaya,hatta boşa harcamaya başladılar."

"Bazı şeyleri nasıl gördüğün,onlara nereden baktığına bağlı."

"Kaybolmak nerede olduğunu değil, nerede olmadığını bilmemektir-olmadığım bir yer ise beni ne diye ilgilendirsin ki?"

"......eğer zaten bir şey oradaysa , insan onu gözlerini açarsa görebilir ancak, ama eğer orada değilse , gözleri kapalıyken de pekala görebilir.Düşsel varlıkları görmenin gerçek varlıkları görmekten daha kolay olmasının nedeni de budur işte."

"İnsanın kendi gözleriyle gördüklerinin aslında var olmadığı bir yerde yaşamak, karşısında duranları görmediği bir yerde yaşamak kadar kötü bir şey aslında."

"Matematiği ya da merak ettiğin herhangi bir şeyi öğrenmenin en güzel yanı , hiç olmayacağını düşündüğün bir çok şeyin oluverdiğini görmektir.Bu tıpkı sonsuzluğa ulaşmak gibi bir şey.Olduğunu bilirsin ama yerini bir türlü bulamazsın.Bir şeyin ulaşılmaz olması onu aramamayı gerektirmez çünkü."

"Eğer insan bütün vaktini kolay ve önemsiz işlere harcarsa , asıl yapması gereken zor işlere kafa yorması da gerekmez....Böylece onlara nasıl olsa vakit kalmamış olur.Sürekli bu tür işlerle uğraşınca asıl yerine getirilmesi gereken şeylerden kurtulmuş olursun."

"Ben aslında herşeyden korkarım.İşte bu yüzden bu kadar vahşiyim ya.Yalnız bunu diğerleri de öğrenecek olursa, yandım demektir."


"Doğru gerekçeler ile işlenen hatalar,yanlış gerekçeler ve hatasız olarak yerine getirilen şeylerden çok daha fazlasını öğretir insana."

"Bugün yapabildiklerin  genellikle ilerde yapacaklarınında göstergesidir."

"İmkansızlığını bilmediğin sürece pek çok şey mümkündür."


Hayalet Gişe-Norton Juster

26 Ocak 2012 Perşembe

Kitaplardan İnciler (Cennetin Dibi)

"Yüzyılımızın devletleri uzaktan kumandalı bombalarıyla sivilleri kıyadursun,orta çağda tepeden tırnağa zırha bürünen şövalye, aynı zırhı onu korumak için atına da geçiriyordu.Yok etmek değil, hükmetmekti esas olan.Bugün sanılanın tersine,insanın atın değeri vardı orta çağda."

"Yeme, içme gibi temel gereksinmelerimizi karşıladıktan,hatta bazen karşılamadan da hayattaki tüm uğraşımızın görüntüler,düşler peşinde koşmak olduğunu ilk modern insan Don Kişot gibi biliyordum.Reklam şirketleri reklamlar harcayıp bize görüntü sattığına göre,bizim işimiz görüntülere karşı savaş açmak,görüntüleri terslerine dönüştürerek yenmekti."

"....Türümüzün bir özelliği bu.Bir yandan beş para etmeyen şeylere dünyanın parasını verir, bir yandan da maddi değeri yok diye dünyanın en güzel şeylerinin bedava olduğunun farkına varmaz ya da küçümseriz."

"Büyük bir haddini bilmemezlikle  ilanihaye yeni bilgiler, icatlar, yaratıcılık peşinde koşan,doğayı kendi doyumsuzluğumuzda yağmalayan , sevgi, inanç gibi değerleri içeriklerinden boşaltarak bozuk para gibi harcayıp kah oraya kah buraya dağıtan bizler, bencil ve hedonist yaşantımızda maymun iştahlılığımızdan hızımızı kesen her şeye özveri demiyor muyduk?"

"Okul,ordu,ibadethane, işyeri gibi kitle halinde toplandığımız her yerde birşey eksilmiyor mu bireyliğimizden?Ve toplu halde bulunduğumuz için de güçlü liderler, kurallar gerekmiyor mu bizi yönetecek,yönlendirecek?" Sosyal evrim açısından bakarsak belki de insanın kabileden bireye geçişi esas olan.Ana, baba, çocuk ve komşuyla ilgilenmeyi en alt  düzeye indirmek hepimizi serbest,özgür bırakan..."

"Ne garip.Günümüze dek süregelen dünyanın en eski uygarlığı Çin ne yapsa,biz tersini yapıyoruz.Onların yazısı sağdan sola ve dikey.Bizimki yatay ve soldan sağa.Onların matem rengi beyaz,bizimki siyah.Çinli erkekler entari,kadınlar pantolon giyer.Çinliler doktora sağlıklı kalabilmek için gider,biz hasta olduğumuzda;onlar geçmişteki bir altın çağa özenir, biz herşeyi icat edip dünyayı iyicene değiştirdikten sonra altın çağa ulaşabileceğimize inanırız.Halimize kimbilir ne kadar şaşıyordur Çinliler."

"Hiç belli olmaz.Tarihte ne olacağını kestirebilmek at yarışlarında altılı ganyanı tutturmaktan daha güç.Bir bakarsınız ileride bir gün duvarlarımızdaki Uzakdoğu takvimlerine bakıp birbirimizin köpek, maymun ya da bu yılki gibi sıçan yılını kutlar buluruz kendimizi Çinliler ile birlikte."

"Apartman yaşantısı gerçekten zor.Birbirlerini tanımayan,tanımak istemeyenlerin cemaat bile olamadan zorla cemiyetleştirildiği bir ortam apartman."


Cennetin Dibi-Gündüz Vassaf

Görsel: William Blake

16 Ocak 2012 Pazartesi

Kitaplardan İnciler (Aylaklığa Övgü)



"Geçimini yeteri kadar sağlamış bir kimse günlük işlerden herhangi birine el attığı zaman kendisine,böyle yapmakla başka birinin nafakasını elinden aldığı,dolayısıyla bunun kötülük olduğu söylenir.Eğer bu sav doğru olsaydı, nafakamızın bol bol sağlanması için, hepimizin sadece aylak olmamız yeterdi.Böyle laf edenlerin unuttukları şey, bir insanın genellikle kazandığını harcadığnı ve harcarken de başkalarına iş sağlamış olduğudur.Bir insan kazandığını harcadığı sürece , kazanırken başkalarının ağzından aldığı lokmaları en aşağı katıyla, kazandığını harcarken yine başkalarına veriyor demektir.Bu görüş açısından bakıldığında asıl kötü insan biriktiren insandır."

" Modern dünyada çalışmanın erdem olduğuna inanma yüzünden çok büyük zararlar doğmaktadır ve mutluluğa giden yol, refaha giden yol, çalışmanın örgütlü bir düzen içinde azaltılmasından geçer.
........Çalışma ahlakı, köle ahlakıdır; modern dünyada ise köleye ihtiyaç yoktur. "

"Tarihsel bakımdan konuşursak,görev kavramı,iktidar sahipleri tarafından başkalarına kendi çıkarlarından çok efendilerinin çıkarı için yaşamaları gerektiği düşüncesini aşılamakta bir araç olarak kullanılmıştır.Doğallıkla, iktidar sahipleri, kendi çıkarlarının , insanlığın daha geniş çaptaki çıkarlarıyla özdeş olduğuna kendi kendilerine inandırarak, bu olguyu yine kendi kendilerinden saklamaktadırlar."

"Ödünç alma, insanda adeta geleceğin şimdiki zamanı beslediği izlenimini uyandırıyordu.Ama kuşkusuz, gerçekte böyle bir şey mümkün değildi.İnsan yaşadığı anda var olmayan bir ekmeği yiyemez."

"Amerika'da erkekler çoğunlukla , halleri vakitleri yerindeyken bile uzun saatler çalışırlar; bu gibiler, işsizlik denen o gaddarca ceza dışında, işçilerin boş vakitleri olması fikrini öfkeyle karşılarlar.Gerçekten de bunlar boş vakti kendi oğullarına bile çok görürler.Ne gariptir ki, oğullarının çok çalışmasını isterlerken ve bu yüzden oğulları, uygarlık öğrenmelerine yetecek kadar bile boş vakit bulamazken,bu adamlar karılarıyla kızlarının hiç çalışmamasına aldırış etmezler."

" İnsanlığın makinelerin verimliliğinden yararlanabilmesini sağlayacak daha iyi bir iktisadi örgütlenme, daha çok boş zaman kalmasına yol açardı; boş zamanın çoğu ise, hatırı sayılır beyinsel çalışmaları ve merakı olanlar dışında, insanlara sıkıcı gelir. Boş zamanı bulunan bir toplumun mutlu olabilmesi için bu toplumun eğitilmiş, hem de teknik bilginin dolaysız yararı kadar, beyinsel zevk de gözönünde bulundurularak eğitilmiş bir toplum olması gerekir. "

"Çok çalışmanın erdem olduğu bir kere aşılanmış bulunduğuna göre, içinde boş vaktin çok,çalışmanın ise az olduğu bir cennet hedefine yetkililerin nasıl ulaşabileceklerini kestirmek zordur."

"Kuş uçmaz kervan geçmez uzak köşeler dışında köylü dansları ölmüştür, ama bu dansların işlenmesini , mükemmelleştirilmesini sağlayan güdüler insan doğasında hala var olmalıdır.Şehir insanlarının zevkleri nitelik bakımından çoğunlukla edilgen hale gelmiş bulunuyor:Sinema seyretmek,futbol maçlarını izlemek,radyo dinlemek vb.Bunun nedeni de, şehirlilerin bütün enerjilerini çalışmada tüketmeleridir; eğer daha çok boş vakitleri olsaydı, şehirliler yine eskiden olduğu gibi, bizzat kendilerinin etkin rol oynadıkları eğlencelerin tadını çıkarırdı."

"En aşağı tasarılarımız ve yoksulluğumuz kadar,çirkinlikte, bizim özel girişim karına köle olmak için ödediğimiz fiyatın bir bölümüdür."

"Anaların gördüğü zarar da çok önemlidir. Ana, çocuk bakıcılığı eğitimi görmediği halde dadılık, aşçılık eğitimi görmediği halde aşçılık, hizmetçilik eğitimi görmediği halde hizmetçilik eder; bütün bu görevleri bir başına yüklenir; yüklendiği görevlerin hepsini de ister istemez kötü bir biçimde yerine getirir; her zaman yorgundur ve çocukları onun için bir mutluluk kaynağı olacaklarına, birer baş belasıdırlar; koca işten döndüğü zaman boş vakte sahiptir; ama kadının hiç boş vakti yoktur; böylece, sonunda kadın adeta kaçınılmaz bir biçimde sinirli, dar kafalı, yüreğinde kıskançlık taşıyan bir insan haline gelir. "

"Neyin toplumun yararına olduğu,neyin olmadığını belirleyen şey,toplumun yararına olup olmadığı düşünülen nesnenin topluma maliyetidir, halbuki sistemimizde, neyin fiilen yer alacağını, ya da almayacağını belirleyen şey,yer alıp almaması düşünülen şeyin tek başına fabrikatöre maliyetidir."

"Servet isteği birçok durumlarda güvenlik isteğinden doğmaktadır."

" Eğer iş adamlarının zenginleşme arzuları başkalarını yoksullaştırma arzularından daha güçlü olsaydı, dünya çarçabuk bir cennete dönerdi. "

" Ufak bir azınlığın çoğunluk üzerinde iktidar sahibi olduğu her yerde, çoğunluğa egemen birtakım kör inançlar vardır ve bu inançlar iktidar sahibi azınlığa yardımcıdır. "

" .....Kanımca Amerikalı kültürlü hanımlar her yıl bir düzine kitap satın almaktadırlar ve her yerde aynı düzine satılmaktadır. Bir yazar için doğrusu hoşa gidecek bir durumdur bu; yeter ki, kitabı o düzinenin içinde bulunsun. Ne var ki, bu durum hiç kuşkusuz Avrupa ile Amerika arasındaki bir farkı ortaya koymaktadır. Avrupa'da çok satışlı birkaç kitap yerine, az satışlı pek çok kitap vardır. "

"İnsanlar eğer birbirlerine karşı duydukları kin dolayısıyla öfkelerine kapılıp da böceklerin ve mikroorganizmaların yardımına başvurmaya kalkışırsa -ki, büyük bir savaş daha çıkarsa böyle yapacakları muhakkaktır- o savaşın biricik galibi olarak ayakta sadece böceklerin kalması hiç de olanak dışı değildir. "

"Herhangi ciddi bir eğitim kuramı iki bölümden meydana gelmiş olmalıdır: Yaşayıştaki amaçların ne olduğuyla ilgili bir anlayış ve ansal değişim yasalarını inceleyen psikolojik dinamik bilimi. Yaşayıştaki amaçların ne olduğu konusunda birbirinden ayrılan iki insan, eğitim üzerinde asla birleşmez. "

"Mesleği çocuk eğitimi olan bir insan bu işi günde  en çok iki saat yapmalı,geri kalan saatlerini çocuklardan uzak geçirmelidir.Sürekli olarak çocuklarla beraber bulunmak, hele sıkı bir disiplinden kaçınıldığı zaman, son derece yorucu bir şeydir.Yorgunluk ise, sonunda sinirleri bozar ve bu sinir bozukluğu -sinirleri bozulan öğretmen kendini hangi kurama inanarak yetiştirmiş olursa olsun-eninde sonunda şu ya da bu biçimde bir yerden patlak verir."

" Bilimde son ilerlemelerin en acı yanı, bu ilerlemelerin her birinin bize sandığımızdan daha az şey bildiğimizi öğretmesidir. "

"Bilim, kosmos üzerindeki iddialarımızı azaltmakla birlikte, öte yandan da yeryüzündeki rahatımızı büyük çapta artırmaktadır.Teologların bilimden dehşet duymalarına rağmen,genellikle bilimin hoşgörü ile karşılanması işte bundandır."


Bertrand Russel-Aylaklığa Övgü

6 Ocak 2012 Cuma

Bir Öğretmenin Maceraları 2



Sandalye Kapmaca
Geçenlerde sınıfta çocuklara "Sizlere bugün sandalye kapmaca oyununu öğreteceğim" dedim.Bunu söyledikten sonra öğrencilerimden Seyit bana o gün korkarak yaklaşmıştı.Nedenini anlamıştım.Sorduğumda da cevabını alamamıştım.Neyse çocuklara ben sandalye kapmacayı öğrettim.Çok sevdiler şimdi hergün yalvarıyorlar "Öğretmenim dersimizi çabuk yapalım,zamanımızı arttıralım, sizde bize sandalye kapmaca oynatın." diye.

 Bir kaç gün önce Seyit geldi yanıma
"Öğretmenim biliyor musunuz? Sandalye kapmaca öğrettiğiniz gün neden öyle davranmıştım."
"Neden Seyit?" dedim.
"Çünkü öğretmenim ilk sandalye kapmaca dediğinizde ben, siz sandalyeleri fırlatacaksınız biz de yakalamaya çalışacağız diye düşünmüştüm" dedi.Koptum gülmekten kıyamam neler düşünmüş.


Öğretmenin Sevdiği Şarkı
Bir gün çocuklarla yemek saatindeyiz.Bazen öğrencilerime deneysel yaklaşıyorum.O gün öğreteceğim şarkıyı gizil öğrenme yoluyla, öğrene dursunlar diye yemek saatinde arka fonda kısık seste çalıyordum.Neyse çocuklar kendi aralarında yemek saatinde konuşuyorlar.

Sude:Farkında mısın? deminden beri sürekli aynı şarkı çalıyor.
Seyit: Evet farkındayım.Güzel şarkıymış ama.
Sude:Neden sürekli çalıyor acaba?
Seyit:Öğretmenimiz bu şarkıyı çok seviyor olmalı.

Şarkıyı paylaşıyorum:

Görevini yapmışsan mutlu olmalısın.
Bugün çalışmışsan mutlu olmalısın.
Büyüklere saygın varsa mutlu olmalısın.
Küçüklere sevgin varsa mutlu olmalısın.

Böyle aralarındaki diyaloglar beni çok eğlendiriyor...

Kaç Tane Meyve?
Bu yazdığımı dün yine beslenme saatinde yaşadık.Perşembe günlerimiz meyve salatası günü.O gün anneler çocukların yanlarına meyve salatası koyuyorlar.Evde meyve yemeyen çocuklarda bu sayede meyve yemiş oluyorlar.Neyse Gülsen sınıfta çok ama çok az yemek yiyen bir öğrencim.Beslenme saatine başlamadan önce geldi hemen

"Öğretmenim ne kadar meyve yiyeyim?" dedi.
"Beslenme saatinde beslenmeni bitirdikten sonra bunu konuşuruz.Daha beslenme saati gelmeden benimle pazarlık etmeye kalkıyorsun." diye konuşmuştuk.

Neyse beslenme saati geldi.Beslenmeler yendi.Gülsen masasından bana sesleniyor;
"Öğretmenim pazarlık edecektik"
Bu sahnede önce bir afalladım.Sonra gülme nöbeti geldi.Çocuklar işte hemen büyüklerinden kapıyorlar...

Not:Resimde gözleri kapalı olan Seyit,Sapsarı olan kız öğrencimde Gülsen :D



Kitaplardan İnciler (Dövüş Kulübü)

"İnsan sevdiklerini öldürür diye bir söz vardır ya; aslında bakın, insanı öldüren hep sevdiğidir."

" Sevdiğiniz herkesin size sırt çevireceğini ya da öleceğini fark ettiğiniz zaman ağlamak kolaydır. Zaman aralığını yeterince uzun tutarsanız, herkesin hayatta kalma şansı sıfıra düşer. "

" Uykusuzluk böyledir işte. Her şey çok uzaklardadır, kopyanın kopyasının kopyası gibi. Dünyayla arana öyle bir mesafe sokar ki, ne sen bir şeye dokunabilirsin ne de bir şey sana. "

" Bazı insanlar gece insanıdır. Bazıları da gündüz insanıdır. "

" Bu senin hayatın ve anbean sona eriyor. "


" Başka bir yerde, başka bir zamanda uyanabilseydim, başka bir insan olarak uyanabilir miydim? "

"Bir dakika yeterli, dedi Tyler.O bir dakika için çok uğraşmanız gerekiyordu; ama bir dakikalık kusursuzluk, harcadığınız çabaya değerdi.Tek bir an.Hayatta kusursuzluktan en çok bunu bekleyebilirdiniz."

" Eskiden hayat anlamsızmış, çünkü elinde hayatı karşılaştıracağı bir şey yokmuş. Ama şimdi ölüm varmış: ölüm, kayıp ve acı. Gözyaşları, titremeler, dehşet ve pişmanlık. Şimdi, hepimizi bekleyen sonu bildiği için, Marla hayatının her anını hissedebiliyormuş. "

" Mobilya satın alırsınız. Kendinize dersiniz ki, bu hayatım boyunca ihtiyaç duyacağım son kanepe. Kanepeyi alırsınız ve sonraki birkaç yıl boyunca, hangi işiniz ters giderse gitsin, en azından kanepe sorununuzu çözmüş olduğunuzu bilirsiniz. Sonra aradığınız tabak takımı. Sonra hayallerinizdeki yatak. Perdeler. Halılar.Sonra o güzel yuvanızda kısılıp kalırsınız. Bir zamanlar sahip olduğun şeyler artık sizin sahibiniz olur. "

"Eğer ne istediğini bilmezsen, bir bakarsın istemediğin bir sürü şeyin olmuş."

" Bazen bir şey yapar ve belanızı bulursunuz. Bazen de yapmadığınız şeyler size belanızı buldurur. "

" Tyler diyor ki, ben henüz dibe vurmaya yaklaşmamışım bile. Ve eğer sonuna kadar düşmezsem, kurtulmam olanaksızmış.
İsa çarmıha gerilerek yapmış bunu. Sadece para, mülkiyet ve bilgiden vazgeçmen yeterli değil, diyor Tyler. Bu bir hafta sonu tatili değil.
Bu işi böyle yarım yamalak yapamazsın artık.
Seminerde miyiz?
'Daha dibe vurmadan çözülürsen,' diyor Tyler, 'asla sonuna kadar götüremezsin.'
Ancak felaketten sonra yeniden doğabilirmişiz.
'Ancak her şeyini kaybettikten sonra,' diyor Tyler, 'canının istediğini yapmakta özgür olursun.' "

"Ne kadar derine yuvarlanırsan, o kadar yükseğe uçarsın.Ne kadar uzağa kaçarsan,Tanrı seni o kadar yanında ister."

"Her birinizin kutsal, eşsiz bir kar tanesi olduğunu anlamadın mı? Eşi bulunmaz eşsizlikte, eşsizinde eşsizi bir kar tanesi olduğunu görmedin mi?
Hepinizin sevginin tezahürleri olduğunu anlamıyor musun?"

Dövüş Kulübü-Chuck Palahnıuk







Görsel:Marla by Stella Im Hultberg

Kitaplardan İnciler (Çavdar Tarlasında Çocuklar)



" Yalnız, maçı pek izlemiyordum. Orada öyle takılmamın nedeni; kendimce bir çeşit veda duygusu yaşamaya çalışmamdı. Birçok okuldan, birçok yerden ayrıldım, ayrıldığımı anlayamadım. Bundan nefret ediyorum. Ayrılışlarım acıklı, hatta kötü olabilir, ama bir yerden artık ayrılıyorsam bunu anlamak istiyorum. Bunu anlamadığınız zaman kendinizi daha kötü hissediyorsunuz. "


"Öğretmen: Hayat, tabii ki bir oyundur, evladım.Hayat,kurallara göre oynanması gereken bir oyundur.
  Holden: Evet, efendim.Öyledir, biliyorum.
(Oyunmuş.Oyun öyle mi?Tüm asların bulunduğu takımdaysan , oyun o zaman tamam; kabul ederim.Ya öteki takımdaysan, as oyuncu filan yoksa,oyunla ilgisi kalır mı bunun?Hiç yani.Yok oyun moyun."

"Bir öğretmen kafasına bir şeye taktıysa, onu durduramazsınız.İlle de yapar yapacağını."

" Birileri bana yaşıma uygun davranmam gerektiğini söylediğinde canım sıkılır. Bazen yaşıma göre olgun davrandığım da olur -ciddi söylüyorum- ama buna kimse dikkat etmez. İnsanlar hiçbir şeye dikkat etmiyorlar zaten. "

" Benim derdimde bu işte; bir şeyim kaybolunca hiç umursamıyorum; küçükken annem buna çok kızardı. Bazı herifler kaybettikleri bir şeyin peşinde günlerce koştururlar. Kaybedince üzüleceğim bir şeyim olmadı hiç. "

" Ama o müzedeki en iyi şey, her şeyin yerli yerinde kalmasıydı. Hiç kimse kıpırdamazdı yerinden. Oraya yüz bin kez gidebilirdiniz, o Eskimo hâlâ daha yeni iki balık tutmuş olur, kuşlar hâlâ güneye uçar, geyikler o narin bacakları üstünde o pınardan su içer ve göğüsleri görünen o Kızılderili kadın battaniyesini dokurdu. Kimse değişmezdi. Değişen tek şey siz olurdunuz. Çok büyümüş olmanız filan değil demek istediğim. Tam olarak o değil yani. Yalnızca değişmiş olurdunuz. Bu kez sırtınızda bir palto olurdu. Ya da, son gelişinizde sıradaki eşiniz kızıl çıkarırdı ve yeni bir eşiniz olurdu. Veya, Bayan Aigletinger'ın yerine başka biri getirirdi sizi. Veya, o gün banyoda annenizle babanız felaket bir kavgaya tutuşmuş olurdu. Veya, üstünde gökkuşağı renkleri oluşan bir su birikintisi görmüş olurdunuz. Diyeceğim, değişik bîr şey olurdu sizde; demek istediğim şeyi anlatamıyorum. Anlatabilsem de, anlatmayı isteyeceğimden pek emin değilim. "

"Olgunlaşmamış insanın özelliği,bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir,olgun insanın özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir."




Çavdar Tarlasında Çocuklar-J.D. Salinger


4 Ocak 2012 Çarşamba

Kitaplardan İnciler (Özgürlük Hapishanesi)



"Peki ama bu sözcük ne anlatır: Anı? Üzerinde kurduğumuz bilinç ne kadar da yıpranmış. Daha biraz önce söylenmiş, okunmuş, yapılmış olan şey hemen sonra gerçek değildir artık. Yalnızca bizim belleğimizde var olan bir şeydir ve bütün yaşamımız, hatta bütün dünyamız böyledir. Gerçek diyebileceğimiz şey, o sonsuz küçüklükteki şimdiki zaman anıdır yalnızca ve o da biz onu düşünmek istediğimizde çoktan geçip gitmiştir."

"Henüz hiçbir insanın ayak basmadığı ve Tanrı’nın kararına göre kimsenin asla ayak basmayacağı bir çölün ortasında bulunan eşi bulunmaz değerli taş gerçek değildir. Çünkü gerçek yalnızca, en azından tek bir insan bilincinin bu kavramı oluşturduğu yerde var olabilir. Hayvanlar ve melekler ne gerçeği ne de gerçek olmayanı bilir, çünkü hayvanların kavramları yoktur, melekler ise salt tinsel özleri gereği kusursuz kavramlarla birdir."

"Aslında, eğer zaman değişimi anlatıyorsa, zaman da yoktu; böyle söyledi kendi kendine.Sadece bir tek ve aynı şeyin, sonsuza dek sürecek amorf bir şimdinin hiç ara vermeden tekrarlanışı vardı.Zaman, devinim halinde kalabilmesi için sürekli karıştırılması gereken koyu bir bulamaçtı adeta.İnsan ondan elini çeker çekmez koyulaşıyordu ve öncesiyle sonrası arasında hiçbir fark kalmıyordu, sanki hiç devinimde olmamış gibi."

"Kölelik dışında hiçbir şey bilmeyen köleler uysal kölelerdir. Sadece tutuklu yaşamını bilen tutuklular özgür olmamalarının acısını çekmezler. "

"Bütün korkumu ve bütün umudumu yitirmiş olduğumdan, ayağa kalkıp geriye kalan kapılardan hangisi olursa olsun birini açmak artık benim için kolay olmalıydı değil mi, bütün bu duyduklarından sonra böyle düşünürsün herhalde, ey Emirülmüminin. Oysa durum tam tersiydi. Asıl şimdi benim için her şey bir olduğundan, karar almam için pek bir neden kalmamıştı. Başlangıçta elim kolumu bağlayan şey, o berlisiz çıkıştan duyduğum korkuyken, artık sonunda bir seçim yapmamı imkansızlaştıran şey, başıma gelecek her şeye karşı duyduğum kayıtsızlıktı. "

"İyileştikten sonra kendine bir kez daha yeni bir ad seçti, çünkü eskisi şimdiye kadarki varoluşuyla birlikte yanmıştı. Bu kez kendine "yol gösterici" anlamına gelen Indicavia adını verdi.
Bu adın ne anlama geldiğini soran olursa şu açıklamada bulunmayı alışkanlık edindi: Yol gösteren bir levha da özel bir değeri olmayan, belki de dağılmış, hatta çürümüş bir tahta parçasından başka bir şey değildir. Üstünde yazılı olanı kendisi okuyamaz, okuyabilsedi de anlayamazdı. İşaret ettiği yere kendisi asla gidemez, tam tersine onun amacı durduğu yerde kalmaktır. Burası her yer olabilir; her yer aynı derecede iyidir, bir tek yer, yani işaret ettiği yer dışında. Onun tümüyle ararsız ve anlamsız olacağı tek yer orasıdır. Zaten işaret ettiği yerde olmadığı için, oranın yolunu arayana yararı dokunur. "



Michael Ende-Özgürlük Hapishanesi



3 Ocak 2012 Salı

Mutluluk Üzerine (Mim)



Mutluluk üzerinde düşünülmesi gereken bir konu.İnsanlardan her gün duyuyoruz; mutluluğu arıyorum gibi cümlecikleri.Bir çok kişi mutluluğu arıyor ama bulamıyor.Sanırım bu aramayı, bakmak ile görmek arasındaki ince çizgiye benzetebiliriz.İnsanlar mutluluk deyince hiçbir sıkıntısı,para kazanma gibi bir derdi olmayan, sevdiği kişiyi bulan vs. vs. (çoğaltabiliriz bunları) kişilerin yakaladığına inanıyor.Mutluluğu insanlar  .......sa,........se gibi şart kipiyle koşullandırıyorlar.Belkide bu yüzden bir çok kişi mutlu olamıyor.Mutluluğu şartlı arıyoruz.Sebebsiz yere mutlu olmaya beceremiyoruz.Halbuki mutluluk her yerde yakalamasını bilene.Mutluluk bir çocuğun gülümsemesinde ya da bir kelebeğin kanat çırpmasında, veyahut yağmurun yağmasında bulabiliriz.Sıcak bir günde serin bir gölgelik bulmak mutluluktur.Susadığında su içebilmek,sevdiklerinle güzel zaman geçirdiğinde yakalayamadığın zamanın içindedir mutluluk.Bunların farkına varamıyoruz ve hep hayattan yakınıyoruz.Sahip olamadığımız şeyler üzerine kafa yoruyoruz,sahip olduklarımızla mutlu olmayı beceremiyoruz.Sahip olamadıklarımıza zamanla sahip olsakta,kapitalizmin sonucu olarak,yeni sahip olmak istediğimiz şeyler oluyor.Sanırım bu sonsuz bir mutsuzluk döngüsüne dönüşüyor.Mutluluğu standardize ediyoruz.Soyut bir kavramı somutlaştırma eğilimi içerisindeyiz.İşte bu noktada başta dediğim gibi bakmak ile görmek arasındaki farka dönüyoruz...Biz mutluluğa bakmak mı? Yoksa mutluluğu görmek mi istiyoruzz...önce buna karar vermeliyiz...

Neden bu kadar laf ebeliği yaptığımı soracak olursanız Sevgili Çalıkuşu (teşekkür ederim) beni mimlemiş.İnsanları mutlu etmenin on yolunu yazmamı istemiş.Aslında sınırsız yol var.Fakat önemli gördüklerimi sizlerle paylaşmaya çalışacağım.Benden önce yazanlar çok güzel yerlere parmak basmışlar...elimden geldiğince farklı şeylerden bahsetmeye çalışacağım...

1)İnsanın çevresindeki insanları mutlu edebilmesi için öncelikle kendisinin mutlu olması gerekiyor.Peki insan kendisini nasıl mutlu edebilir.Bu size kalmış.Herkesin kendisini mutlu etme yöntemleri farklıdır.Örneğin ben güzel bir kitap okuduğumda,güzel bir müzik dinlediğimde sebepsiz yere mutlu olurum.Bunlar varolup,yaşadığımı hissetmemi sağlar.Yağmurda toprak kokusunu içime çekmek beni mutlu eder.Ya da mutluluk ortamımızı kendimiz oluşturabiliriz.Mutsuz olduğumuz zamanlar gidebileceğimiz ve bizi rahatlatan gizli bir mekan keşfedebiliriz.

2)Değer verdiğimiz insanlara onları sevdiğimizi söyleyebilmek.Bunu sadece sözcükler grubu ile değil.Bir sıcak gülümsemeyle,sevdiğimiz kişinin yanağına vereceğimiz içten bir öpücükle hissettirebiliriz.

3)Oyun oynayarak.Tabi genel olarak çocuklar için geçerli.Örneğin ben öğrencilerimle oyun oynarım.Tabi bunu kurallı oyunlar olarak düşünmeyin yeri gelir "Ayy çocuklar çok hastayım...hadi beni iyileştirin derken bayılıyormuş numarası yaparım.Çocuklarım hemen doktor setini kaparlar beni iyileştirmek için yarışırlar.Ve bu oyundan o kadar zevk alırlar ki bir sürü çocuk kahkahası sarar ortalığı.Bu durum sizide mutlu eder.

4)Ziyaret etmek.Sevdiğimiz insanları kısa süreliğine de olsa ziyaret etmek,onlarda tarif edilemez mutluluk oluşturur.Ziyaret etme imkanınız yoksa,telefon etmek olmadı internette Webcam aracılığı ile görüşmek.En son Ramazan bayramında gördüğüm ananemi geçen hafta internette görme fırsatım oldu.Kıyamam "Kızım dedi kitap okucaksan sen oku ben seni izlerim sana engel olmayayım" dedi.

5)Sevmek ve sevilmek,sevgiye karşılıkla cevap vermek.Karşımızdaki bizi sevmiyorsa olsa bile karşılıksız sevebilmek.Şimdi burada bir çelişki olduğunu düşünebilirsiniz.Fakat sevmek kendi başına, insanlar bunun farkına varamasa da mutluluk veren bir olgudur.

6)Dinlemek.karşındakine değer verdiğini gösteren en önemli şeylerden biri.Ama dinlerken karşındaki insanın gözlerinin içine bakarak dinlemek.Dinlerken onu dinlediğinize dair hafif beden dili ile etkin dinlediğini belli etmek.

7)Çiçek vermek.Kız erkek farketmez.İnsanlar çiçek alınca mutlu olurlar.Çiçek pozitif enerji veriyor bence insanlara.Erkek, erkek bile veriliyor olsa oluşan durum insanı gülümsetmez mi?

8)Çikolata yemek.Çikolatanın kokusu dahi endorfinin salgılanmasını sağlarken mutluluk vermesi çok normal değil mi?Canınız mı sıkkın,bir sınavdan mı çıktınız? bence üzerine bir çikolata iyi gider...(reklam kampanyası gibi oldu bu madde kusura bakmayın)

9)Hayatımızın bir anlamı olmalı.Kişiye göre değişebilir bu,bir amaç belirleyebiliriz kendimize.Anlam doğrultusunda hareket ettiğimizde her basamakta ilerleme kaydettiğimizde, ne kadar yavaşta ilerlesek amaca ulaşmak için elimizden geleni yaptığımız için mutlu oluruz.

10)Hayatı zıtlıkları ile kabul etmek.Unutmayalım zıtlıklardır hayatımıza anlam katan.Gece olmasa gündüz olmazdı,acı olmasa mutluluk diye bir olguda olmazdı.Hayatımızda acılar varsa onlara karşı zekice göğüs germeli üstüne bir bardak ayran içmeliyiz...

Çok yazdım umarım sıkılmadan okumuşsunuzdur.Burada yazıma son verirken mimlediklerimi açıklıyorum;

1)Mia Wallace
2)Yasemen k.
3)Hayal Kahvem
4)Momo
5)Cessie
6)Lady Jane
7)Sessiz Çığlık
8) Prometheus
9)Valki
10)Hemsponpi

Çalıkuşu'nun güzel yazılarını okumak isteyenlere linki :)

http://calikusunungunlugu.blogspot.com/


Kitaplardan İnciler (Momo)


"Beppo sokağı süpürürken yavaş. ama belli bir tempo ile çalışırdı. Her adımda bir nefes alır; her nefeste bir süpürge sallardı.
Bir adım - bir nefes - bir süpürge. Bir adım - bir nefes - bir süpürge. Böyle sürüp giderdi. Arada bir durur ve önüne bakarak düşünürdü. Sonra tekrar bir adım - bir nefes - bir süpürge.
Bak Momo derdi, ne oluyor, biliyor musun? Bazen önüne upuzun bir cadde çıkıyor. Öyle uzun ki, insan bunun sonu gelmez sanıyor.
O zaman acele etmeye başlıyorsun. Gittikçe daha çok acele ediyor insan.
Her önüne baktığında yolun hiç de kısalmamış olduğunu fark ediyorsun.
Daha hızlı ve daha gayretli çalışıyorsun; sonunda nefesin kesilip güçsüz kalıyorsun. Ve cadde hala upuzun bir şekilde seni bekliyor.
İnsan caddenin tamamına bakıp hemen bir karara varmamalı. Her zaman adım adım ilerlemeli. Sürekli olarak bir adım sonrasını düşünmeli, bir adım, sonra derin bir nefes, sonra bir süpürge. İşte o zaman hayat zevkli olur. Önemli olan işini iyi yapmaktır. Öyle de olmalı.
Bir de bakarsın ki adım adım bütün yolu bitirmişsin. Nasıl olduğunu anlamadan ve yorulmadan.
Önemli olan da budur."


" ...dünyayı kendi görüşleri doğrultusunda değiştirmek isteyen ve "Kızıl" diye anılan zalim Despot Marksentius Kommunus'u bilmeyen yoktur. Ama o ne yaparsa yapsın, insanlar oldukları gibi kaldılar, değişmediler...Çılgınlık bu ya, Marksentius Kommunus'un aklına da dünyayı kendi haline bırakıp yepyeni bir dünya kurma fikri takıldı.

Dünya büyüklüğünde; evleri, ağaçları, akarsuları yerli yerine konmuş ve eski dünyanın tıpkısı olacak bir küre yapılmasını emretti.
...
Önce destek yapıldı, sonra dünya büyüklüğünde kocaman bir küre. Kürenin yapımı bittiğinde eski dünyanın üstünde ne varsa taklit edildi.

Elbette bunun için pek çok malzeme gerekliydi ve bunu dünyadan almaktan başka çare yoktu. Böylece bir dünya büyüdükçe diğer dünya küçüldü.

En sonunda, bitmesi için dünyadan son taş da alınınca, yeni dünya eskisinin tıpkısı oldu. Tüm insanlar da oraya taşındı. Fakat Marksentius Kommunus bütün bu uğraşlara karşın her şeyin eskisi gibi kaldığını görünce, harmanisini başına örttü ve çekip gitti. Nereye mi? İşte bunu kimse öğrenemedi."

"Prenses Momo'nun kocaman, yuvarlak ve som gümüşten bir sihirli aynası varmış. Onu her gün, her gece dünyanın üzerinde gezmeye gönderirmiş. Ayna ülkelerin, denizlerin, kentlerin, tarlaların üzerinde uçup durduğu halde onu görenler hiç şaşırmaz, yalnızca "İşte Ay!" derlermiş.

Ayna geldiği zaman, güzel, çirkin, sıkıcı, artık önüne ne geldiyse hepsini Prensesin önüne döker, o da hoşuna gidenleri alır, gitmeyenleri dereye atıverirmiş. Hayaller de yeryüzünün akarsularında yüzerek geldikleri yerlere dönerlermiş hemen. İşte bu yüzden ne zaman bir suyun yüzüne baksak, onda kendi hayalimizi görürüz."


"Günlük yaşam içinde çok büyük bir sır vardır. Herkesin bunda bir payı bulunur ve herkes onu bilir, ama pek az kimse bu konuya kafa yorar. Çoğu kimse onu olduğu gibi benimser ve ona asla şaşırmaz. Bu büyük sır zamandır.Onu ölçmek için saatler ve takvimler yapılmıştır, ama bunlar hiçbir şey ifade etmez.Herkes çok iyi bilir ki, bazen bir saatlik süre insana ömür kadar uzun gelirken,bazen de göz açıp kapayıncaya kadar geçip gider.Çünkü zaman,yaşamın kendisidir.Ve yaşamın yeri yürektir."

" ...nasıl gözleriniz görmeye, kulaklarınız duymaya yarıyorsa, insan yüreğide zamanı algılamaya yarar. Kör bir insan için gökkuşağının renkleri ve sağır bir insan için kuş sesleri nasıl boşunaysa, bütün bir yürekle algılanamayan zaman da öyle boşuna gider, kaybolur. Ama ne yazık ki, düzgün çarpmasını bildiği halde kör ve sağır nice yürekler vardır.

'Ya kalbim bir gün artık çarpmazsa" diye sordu Momo.
'O vakit senin için zaman biter, çocuğum" diye cevap verdi Hora Usta.' "


"Görüyorsun ya," diyerek acı acı güldü Gigi, "bak, ne hale geldim. İstesem bile artık geri dönemem. Artık geçti. Gigi hep aynı Gigi'dir derdim. Hatırlıyor musun? Ama Gigi aynı kalamadı. Sana şunu söyleyeyim Momo, hayatta en tehlikeli şey, gerçekleşmiş hayallerdir. Hele benimki gibi olursa! Artık hayal edecek hiçbir şeyim kalmadı. Sizlere dönsem bile artık orada hiçbir işe yaramam. Her şeyden bıktım ben."

Kitaptan güzel bir bilmece;


"Üç kardeşler otururlar bir evde
Hiç benzemez birbirine üçü de.
Sen onları ayırt edeyim derken,
Dönüşürler çabucak birbirlerine.
Birincisi evde yoktur, gelecek.
İkincisi çıkmış gitmiş, dönmeyecek.
Üçünden en küçüğü evdedir.
O olmazsa her ikisi ne edecek?
Bildiğimiz sadece üçüncüdür.
Çünkü birinci ikinciye dönüşmüştür.
Sen tam onu görüyorum derken,
Bakarsın ki,kardeşi görünmüştür.
Söyle şimdi:Üçü tek bir kişi mi?
Yoksa iki veya hiçbir kişi mi?
Adlarını bana sayabilirsin.
Üç kudretli hükümdarı bilirsin,
Bir ülkeye üçü birden hükmeder.
Ülkeyle bütünleşip bir eder."


Michael Ende-Momo